Obezite İstemsiz Bir Zorunluluk mu? Yoksa Tercihli Bir Seçim Mi?
Kim Seçiyor?
Obezitenin bir hastalık mı, yoksa kişisel bir tercih ve yaşam şekli sonucu oluşan bir hastalık mı sorusu uzun yıllardır cevaplanamamıştır.
Obeziteyi bir hastalık olarak yorumlamak, obezlerin kişisel sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır. Ancak obezitenin gerçekte ne kadarının hastalık ne kadarının sosyal bir davranış bozukluğuna bağlı olduğunu belirlemek çok da zor değildir. Obeziteyi baştan hastalık saymak, sorumluluğu önlemek için güzel bir yoldur, suçlamayı başka bir yere koymak. Kilo alımı için bahanenin “hormonal bir sorun, bunun hakkında hiçbir şey yapamam” ya da “zayıf olduğum günleri hatırlayın benim genlerimde sorun var” demek gayet rahatlatıcı olabilmektedir.
Evet, bazı hormonal sorunlar (örneğin hipotiroidizm) ve kilo almanıza neden olabilecek genetik yatkınlıklar vardır. Bununla birlikte, obezite ve bununla ilişkili sağlık problemlerindeki artış, hormonal veya genetik bir problemi olan insan sayısını fazlasıyla aşmıştır. Genetik veya hormonal bozukluğa bağlı obezite oranının %20 dolaylarında olduğu tahmin edilmektedir. Mesela Tiroid hastalıklarına gelince, tiroid sorunu olan kişilerin sayısı nüfusun yaklaşık % 16’sını oluşturmaktadır, bazı tiroid hastalıkları da özellikle kilo vermemize neden olur.
ABD’de 2020’de erkeklerin yüzde 83’ü ve kadınların yüzde 72’si aşırı kilolu ya da obez olacağı öngörülmektedir. Şu anda, erkeklerin yüzde 72’si ve kadınların yüzde 63’ü aşırı kilolu veya obezdir (aşırı kilolu kişilerde 25 ila 29 BMİ, obez kişilerde 30 veya daha yüksek BMI). Şimdi bu oranları bir hastalık olarak mı yorumlayacağız, yoksa kişilerin tercihi, isteği, haz alma sevinci, bencilliği veya öğretilmiş çevresel koşullarının bir sonucu olarak mı yorumlayacağız.
Her ne olursa olsun kişi obez olmakla asli zararı kendine vermektedir. Bunu bir tercih te saysak, bir hastalık ta saysak tedavinin başlangıcı kişinin kendisindedir.
Diyelim ki bir hastalık saydık; bir hasta doktora gitme ve tedavi olma bilincini kendi iradesi ile vererek veya yakınlarının desteği ile doktora giderek tedaviyi başlatması gerekir. Bu iyileşmeye doğru olan başlatıcı davranışın kendisidir.
Diyelim ki hastalık saymadık; bir obez bundan rahatsızlık duyarak veya bu sebeple erken öleceğini bilerek kendi başına veya profesyonel destekle bundan kurtulma iradesini veya yakınların desteği ile kendi başına veya profesyonel destekle bundan kurtulma çabasını başlatabilir. Bu da sorundan kurtulmaya doğru olan başlatıcı davranışın kendisidir.
SONUÇTA, hastalık ta olsa bir seçim veya tercih te olsa, rahatsızlık verici bu durumdan kurtulmanın başlatıcısı ve çözümleri aynı yolaklara çıkmaktadır.
Bu durumu hastalık veya davranış ve tercih mi gibi sebebi ve etkeni araştırmakla geçirirken esas önemli olanı atlamamak gerekir. İster hastalık olsun, ister davranış ve tercih olsun; esas olan bunun yaşam süremizi kısalttığıdır. Yaşam süresini kısaltma, kör fare misali uzun etkili bir zehir olduğundan inandırıcı veya caydırıcı gelmeyebilir. Peki ya yaşam kalitemizi, yaşamdan haz almaya dayalı beklenti ve tercihlerimizi engellemesi ve erteletmesi ne olacak. İnsan mutluluk veren, endorfin, serotonin, dopamin salgılatan egzersiz, spor, dans, hareketlerin eksikliği, kasların salgıladığı laktik asidin beyine yaptığı narkotik ve mutlu edici etkisinin eksikliği ne olacak. Çocuklarımızla aktif eğlence ve hareket yapamamamın eksikliği, cinsel yaşamdan uzaklaşma ve kişisel tatmin eksikliği, bu eksiklikleri gidermek için anlamsızca ve rahatsız edici davranış ve uygulamalara girişmek…
Giyim kuşam, yürüyüş, oturuş, yatma, kalkma, çevresel algı ve insanların rahatsız edici veya alaycı bakışları kimin umurunda… Sonuçta hastalık ta olsa, davranış ve tercih de olsa rahatsızlığın büyüğünün obez birey kendine vermektedir. Yukarıdaki tabloda da görüldüğü gibi sağlıklı yaşam süresinin kısalması en büyük sonucudur ve ortalama 7,3 yıl kısaltmaktadır. Ancak bu kısalmanın dışında, arada geçen yaşamın sağlıksızlığı, zorluğu ve gizli mutsuzluğu da obez bireye diğer zararlar olarak kalmaktadır.